pulbiberdergi.com / Levent Dokuzer / 2 Kasım 2016
Uzun zamandır çok yoğun bir tempoda çalışıyordum yine, taş taşımıyorum tabii ama anla. Yoğun
Gündemi bile pek takip edemiyordum. Ülkede üzücü, hatta korkutucu bir gündem vardı ama ben olayları çok geriden takip ediyor, siyasi konularda “Bunun arkasında kesin bizim bilmediğimiz neler dönüyor kim bilir oğluuuummm” levelında yorumlar yapabiliyordum.
Kürk Mantolu Madonna hadisesini okuyup espiri yapacağım diye cep telefonu kameram açık, koşa koşa dolabıma gidip, yakası kürklü mantomu giydiğimde internette çoktan Angola nüfusu kadar Kürk Mantolu bıyıklı adam fotoğrafı paylaşılmıştı bile.
Facebook’ta motivasyon olsun diye kendimi “Going” diye eklettiğim event pageler etkinlik geçtikten bir hafta sonrasında “O gece muhteşemdi” fotoğraflarıyla dolmuş taşmış, millet Black Mirror için “3’ün 1’i harikaaaaaa” diye spoilerlar verirken ben 3’ün 1’ini alıp S01-E01’ın play tuşuna yeni basmıştım.
Boşver dedim, madem gündemi yakalayamıyorsun bare Black Mirror’da en yeni sezonu yakala. Ahahahaha… diye girdim konuya. Muhteşem bir dizi yaaa, hele 3’ün 1’i.
At sokağa kendini dedim. Bu senin ödevin. Kulağıma Discover Weekly’mi taktım. Spotify hafta atlayacak ben daha bir kere dinlemedim o haftaki önerileri. Pazar günü hava güzel, soğukça ama güzel. Şehirde bir sürü aktivite vardır. Sağı solu aradım, Facebook events bölümüne baktım.
Önce Tasarım Bienali’ne gideyim dedim. Benim eve iki adım. İnsan olan gider. Girdim içeri, tüm odaları gezdim. Sadece üzerinde “Müdür” yazan odanın Müdür’ün odası olduğunu anladım.
Ben insan mıyım?
Merdivenlerden inerken eski bir tanıdığımı gördüm. “Ne kadar yaşlanmışsın yaa, hayatta tek yaşlanmayacağına inandığım insan sendin, sen de bu hale geldiysen biz ne yapacağız” dedi.
Telefonumu çıkarttım. RATEledim. 1 Yıldız.
Münasebetsiz
Arkadaşlarımla buluştum, bir kaç kadeh içtim. Ne yapalım dedim? Pek bi bok yok
İstiklal Caddesi’ne çıktık. Kokulu mum istiyordum. İstiklal Caddesi bir virtual reality. Gerçek bir korku filmi. Kokulu mum bulamadım, belki Arapçasını bilsem bulurdum. Paranoyakça herkesin çantasına, paltosuna bakıp ilk sağdan Çukurcuma’ya kaçtım.
Hava soğuk, sinema iyi fikir olabilir dedim. Vizyonda neler var diye baktım. Ucuz komedi filmleri. O kadar kötü ki gülemeden ölürsün. Millet nasıl gülüyor ama… Film Ekimi’ni denesem dedim, ne Ekimi aylardan Kasım olmuş. Aynı facebook “Going” lerim gibi bunda da çok geç kalmıştım. Sonu ucu açık biten Avrupa filmlerindeki gibi ara sokaklardan birinde yürüyerek kayboldum .
Karnım acıktı biraz, hepsi birbirinin aynısı mekanlara bir göz attım. Bir sürü güzel görünen çirkin, en az Kızılkayalar kadar aydınlık cafeler ve yine hemen yanlarında 3. nesil kahveciler. Fakirlik ve cehaletten öleceğiz ama sabahları Espresso Con Panna içmeden ayılamıyoruz. Türkçe’yi doğru düzgün konusamazken Flat White’ı aksanlı söylüyoruz.
Deniz kenarına gideyim dedim. Boğazda bildiğim çok iyi salaş bir balıkçı var. Her şeyin en iyisini biz biliriz ya. “Hamdi Usta’nın köfte ekmeğinin üzerine tanımam, orda köfte yemediysen hayatında hiç köfte yememişsin demektir.” Hamdi usta dediğin Dolapdere’ye inerken ne idiği belirsiz bir adam, sen de kaza eseri açlıktan ölürken oradan yemek zorunda kaldığın için başkalarını zehirlemeye çalışıyorsun. Hamdi usta demin şeyini kaşıyıp elleriyle köfteyi ekmeğin arasına koydu haberin yok. Ama ben balık ekmek yiyecektim. Hem de deniz havası. Sarıyer sahilde Kemal amcanın barakası, salaş mı salaş, orda balık ekmek yemediysen hayatında balık ekmek yememişsindir. Gümüşsuyu’na varamadan taksiden indim. Trafik adım adım, Cihangir çukurundan çıkamayayım diye lanetlenmiş gibiyim.
Mahallede bir yerde bir kadeh içki mi içsem? Bu aralar herkes Facebook’ta bir mekanı rateliyor. İşte 5 yıldızlı bir tanesi. Muhteşem. Herkes tuvalete giden arkadaşını çekiştiriyor, arka plandan, fonda sadece semi-celebritylerin sesleri geliyor. Senaryo, set, kamera, usta…
Paşam ben eve kaçar, kaçarken de bir şişe şarap alır…
Saat 22:05. Güzel ülkemde 22:00’den sonra içki satılmıyor. Evin yolundaki Cihangir Merdivenlerde ise içki stoklanmış durumda, içip sıçılıyor. Bu merdivenlerden nefret ediyorum, herkes bilir. Ama tam evime girecekken gördüğüm manzara ise tam ironi. Suç oranı yüksek merdivenler için evrene yolladıgım enerji bir kaç derece sapmış, parkı yıkıyorlar. Cihangirli ayakta engellemeye calışıyor. Polis otomatik tüfekle nöbette. Ne nöbet tuttuldu be son bir kaç senede.
Tek başıma kanepeye kuruluyorum. Hayaller Chateau Kalpak gerçekler sallama çay. Kaldığım yerden devam ediyorum Black Mirror’a San Junipro’dan yerimi ayırtmak üzere.
Facebook statümü güncelliyorum.
Ahahahah…Black Mirror harika bir dizi yaaa, hele 3’ün 4’ü
Çek fişi yat yaa diyorum
Bu hafta Halloween di mi? Herkes kostümlerle bir yerlere koşuyor daha çok fotograf paylaşmak için ben evde kalıyorum, karanlıkta. Bir yandan merdivenlerde buram buram ucuz sarap kokan çakma Halil Sezai’ler “İsyan” diye böğürüyor, diğer yandan mahalleli forum yapmış, şarabı biten Bakırköy’lü gençlere oralardan kalkıp buralara gelmelerinin sebebi olan bu muhteşem manzaralı parkın yıkılmaması için bir kaç kelime söyletmeye çalışıyor. Al sana Halloween
Durumu sorguluyorum.
Ben nasıl evde kaldım?
Bir Cevap Yazın