Hayat hepimiz için çok acımasız ve kocaman bir hayal kırıklığı ve hepimiz çok yalnız ve çok mutsuzuz. İnsanoğlu çok sinirli ve bu yüzden eti yenmez. Öncelikle herkes bunu bir kabul etsin ve derin bir nefes alsın.
Genel bir sağlık problemimiz yoksa sabah kalktığımızda genellikle günümüzün nasıl geçeceği konusunda hayat sürprizlerle dolu, yılın çok az günü iyi sürprizler, kalan kısmı ise derecelendirilebilecek kötü olanlardan ibaret. Benim gibi bir migreniniz varsa günlerinizi başınızın ağrımadığı kötü günler ya da başınızın ağrıdığı çok daha kötü günler olarak da ikiye bölebilirsiniz. Hayatımızı o mutlu olduğumuz çok ender günleri arayarak veya planlamaya çalışarak geçirdiğimiz bir kaç döneme ayırıyoruz sadece; ergenlikle başlayan ve işlevsizlik derecesinde yaşlanmayı başarabilenlerin depresif ve nevrotik yaş aralıklarında. İyi günlerin sayısının fazla olduğu bir kaç senelik aralığa olan özlememizden dolayı yaş aldıkça sinirlerimiz bozuluyor. Bardağı taşıran son damlaların sayısı her geçen gün arttıkça artıyor.
Hayatta en özendiğim karakterler kendi deliliklerini kabul ettirebilenler ve “rahat” insanlar oldu. Belli bir noktada deliliğimi kabul ettirmiş olabilirim ama asla rahat bir insan olmadım. Ben hep verecek çok güzel cevapları olan ama cevap vermek yerine çenesini fazlaca sıkıp kasanlardandım. Yanlış anlaşılmasın, benimki sadece küçüklükten gelen bir “aman laf gelmesin” takıntısı, ve takıntım sadece süper egomun (bilimsel anlamda) geçerli olduğu alanlarda devreye giriyor. Devre dışı zamanlarda ve alanlarda ise olan bardağı taşıran son damlalara oluyor.
İşte 34 yaşında, hayatta bir çok şeyi oturtmuş olması gereken bir adamın çok güzel başlayacağını umut ettiği bir gününün gece 01:03’de ağlayarak dilli tost yemesiyle biten hazin hikayesi tam da böyle zamanlardan birine güzel bir örnek.
Kabaca beyaz yakalı olarak tabir edeceğim hafta içi çalışan insanlar için, hafta içi çalışmıyor olmanın sahte bir mutluluğu vardır. Pazartesi günü herkes ofisteyken sokaklarda olmak, geç saatte, normalde akşamları ya da hafta sonları gittiğin bir mekanda kahvaltı yapmak, yine herkes ofisteyken, freelance çalışan arkadaşlarınla gündüz vakti, hafta içi, buluşmak kendin için yarattığın suni bir mutluluk anıdır. O çalışmadığın hafta içi günü her zaman dışarıdaki insanlar neden ofiste değil, neden herkes senin gibi değil, bu kadar insan ne yapıyor da geçiniyor diye düşünür, bir yandan da mutlu olursun en son öğrencilik hayatında tattığın o duyguyla. Spora sabah 07:00’de kalkıp gitmek demek bence biraz yaşlanmak demek aynı zamanda.
Ben de bir Pazartesi sabahı ofise gitmeyeceğim için Pazar gecesi normalden geç saatte yattım, sabaha kadar dizi izledim diyelim. Pazartesi sabahı, günü de öldürmeden, iyi bir saatte uyanıp spora gidecek, sonrada nasıl geçindiklerini bilmediğim freelance arkadaşlarımla buluşacaktım.
Sabah telefonum çaldığında kısa bir süre sabah alarmım zannettim, o gerçekliğini yitirdiğin bir kaç saniyelik aralık vardır ya hiç bitmez; hangi gün, neredeyim, neden saat çalıyor, sabah mı akşam mı? O saniyeleri hızla atlattığımda arayan kişinin benim o gün tatil olduğumdan hiç bir haberi olmayan ve o anda araması asla MUST olmayan bir 3’rd parti olduğunu fark ettim. Saat ise normalde uyanmam gerekenden bile çok daha erken bir saatti. Sinirlenmedim, sabahları çok kolay tekrar uykuya dalabilirdim, uykuya dalma problemim genellikle akşamları yatağa girdiğimde nükseder. Uyudum da, 10 dakika sonra aynı kişi arayana kadar çok güzel uyudum, ve 2. telefon görüşmemde anladım ki sabah snooze’um burada sona ermişti.
İş detaylarına girmeyeceğim ama vakit ilerledikçe sabah sporumu yapamayacağımı anladım. Önce sporu erteledim, sonrada freelance arkadaşlarımla aynı hayatı yasamadıpım gerçeğiyle yüzleştim. Ben her zaman garanticiydim zaten.
Yağmurun fazlaca yağıyor olmasıyla kendimi avuttuğum saat aralığının 6 saat kadar olması (havanın da kapalı olmasından kaynaklı) lap top başında geçirdiğim zamana paralel sırt ağrısı olarak kendini gösterdi. Hayal ettiğim kahvaltı ise 2 dilim kızarmış ekmekten ibaretti. Lap top başına oturunca kayboluyor insan. Boşver dedim, bu günde evde mayışma günü olsun madem, kendimi bir masajla ödüllendireyim.
Migren ağrılarımdan dolayı sizin koyun gütmüşlüğünüz kadar benim masaj yaptırmışlıpım vardır. Aradım kontaklarımdan birini. Saat 18:00’de bekliyorum dedim. Önce konfirme edip sonra akşam 22:00 de gelebileceğini söyledi. AKŞAM 22:00?
Çok fesatsınız
Zaten boş bir günüm olduğu için ve sırtımın ovulacağının motivasyonuyla OK dedim 22:00 olsun, sonrada mışıl mışıl uyurum.
Dışarı çıktım, hayatımda yediğim en kötü tavuk schnitzel’i yedim, telefonumun şarjı bittiği için ve bu bende panik atağa sebep oluğu için koşarak eve döndüm.
Sinirlerim bozulmaya başlamıştı, günden umudumu kesmiştim ve tek beklentim iyi bir masajdı. Taa ki 21:50 de gelen “Levent Bey benim işim uzun sürdü arzu ederseniz 23:00’de gelebilirim” mesajına kadar
YOK Bİ DE YATIYA KAL
Sizi bilmiyorum ama defalarca söylemişimdir, benim beynimde sırt kütlemesi, parmak çıtlaması gibi bir ses çıkıyor bazen. Genelde sinirlendiğimde, genelde çok sinirlenip mantıksız davranmaya başladığımda. O ses çıkınca günü normalde hemen bitirmem gerekiyor. Uyumak en iyi çözüm, ya da yemek yemek.
Sabah iptal olan kahvaltı planım, akşam üzeri yediğim korkunç schnitzel akabinde gelişen tüm hayal kırıklıklarım üzerine sarıldım yemek sepetine biraz sakinleştikten sonra. Burger yemek fazla gelir dedim. Ben en iyisi bir dilli kaşarlı söyliyim, yanına da patates kızartması. Ortalama sipariş süresi 40 dakika. Saat ise 22:59
Self distruction mood on: Ortalama sipariş bekleme süreme sanırım 5 adet sarma sigara sığdırdıktan sonra Yemek Sepeti canlı destek hakkına saldırdım.
- Merhaba ben siparişimi vereli 50 dakika oldu da…
- Bilgilerinizi kontrol ediyorum. Siparişiniz yola çıkmış biraz sonra ulaşmış olur. Restoran sahibi yoğunluktan dolayı yasanan bu gecikmeden dolayı özür diliyor.
PAZARTESİ AKŞAMI 12:00’DE?
Takip eden 25 dakika boyunca muhtemelen Türkiye’nin ücra köşelerinde çalışan Derya, Nihan, Pınar ve Doğan benim gerçek bir zır deli olduğum konusunda hem fikir olarak arkadaşlarına anlatacak yeni bir anıyı daha yazdılar akıllarının bir köşesine. Çünkü en son Doğan’a “Söyle o kuryeye, geldiğinde kapıyı açmayacağım, yatıyorum ben” diye bağırıyordum. (CAPS LOCK eşittir bağırmak ise)
Siz hiç bardağı taşıran son damla oldunuz mu? Ben oldum. Ama Pazartesi gecesi, ben siparişimi verdikten 75 dakika sonra kapımı çalan zavallı kurye bardağı taşıran son damla olduğundan habersizdi.
Saat 01:03’te motor sesini duydum. Zil çalışmadığından aramaları gerekiyordu otomatiğe basmam için. Ama telefonun çalmasını bekleyemeyecek kadar doluydu bardağım.
- Kattaki evimin salon camından kasıklarıma kadar sarkıp bağırdım. “DİLİNİ Mİ KOPARAMADINIZ TOST YAPMAK İÇİN”
İşte 34 yaşında, hayatta bir çok şeyi oturtmuş olması gereken bir adamın çok güzel başlayacağını umut ettiği bir gününün gece 01:03’de ağlayarak dilli tost yemesiyle biten hazin hikayesinin sonuna varmamıza tam 3 dakika vardı. Sorun ise benim siparişim dilli kaşarlıydı…
Yeşil pijama altımın içine soktuğum beyaz t-shirt’ümle açtım kapıyı, saçlarım dağılmıştı ve elimde sigara vardı. “Vay beeee” dedim, “Rekor di mi? 75 dakika bi dilli kaşarlı tost için herhalde seninde rekorundur.”
Çok büyük oynuyodum, vucud dili kullanımım, Vay beee… derken elimi sese paralel havaya kaldırışım…
“Malesef bu gece sana bahşiş yok” dedim, “oldu olacak sabah kahvaltısı olarak getirseydin.”
“Dur dur gitme” dedim, kontrol edicem. İçime doğmuştu. Kese kağıdından poşete elimi soktuğumda patateslerin poşette ters dönüp yayıldığını, soğuduğunu ve kendi ısısından ve buharından ıslanıp kokunç bir hale geldiğini parmaklarım değdiği anda anladım.
Daha önce KFC’de tavuk kanatlarını bak bakalım bu kanatlar uçuyo mu diye fırlattığım, benden sonra sipariş veren yan masanın çorbaları benden once geldiği için içerlerken masalarından bu benim çorbam diye aldığım, siparişim bir türlü gelmediği için kül tablalarını değiştiren servis elemanına bu saniye itibariyle yapacağın tek hareket mutfaktan gidip benim siparişimi getirmek olacak diyip mutfağa girdiğim utanç anlarım vardır. Evet, bunlar yaşanırken çok korkunç, sonrasında anlatırken çok komik olan, yukarıda bahsettiğim gibi gerçekten kafamda çıkan kütleme sesinden sonra yaptığım ve yine yukarıda bahsettiğim gibi deliliğimi kabul ettiğim bir takım psikolojik alt metinli sorunlar olabilir. Ama bunların hiç biri poşetten ıslanmış patatesleri tutam tutam çıkarıp havalara atmama engel olmadı.
Gelen kurye çocuk tek kelime etmeden bana bakıyor, üstüne patates kızartmaları gelmesin kenara çekilip kredi kartımdan ödemem gereken tutarı çekiyordu, Yosma ise (apartmanda baktığım kedim) yere düşen patatesleri yemeye çalışıyordu. Yeşil pijama altım belimden düşerken hızlıca kapıyı kuryenin suratına çarptım ve masaya oturup dilli kaşarlı olduğunu düşündüğüm tostumu elime aldım.
Korkunç sertleşmiş bir ekmek içinde sadece dil vardı.
İşte 34 yaşında, hayatta bir çok şeyi oturtmuş olması gereken bir adamın çok güzel başlayacağını umut ettiği bir günün dilli kaşarlı oluğunu zannettiği tostunun sadece dilli çıkmasıyla, masada ağlaya ağlaya tost yediği hikayesinin hazin sonu.
Bağırabildiğiniz kişiler sadece ast diye düşündükleriniz mİ?Patrona ,belediye başkanına,zenginlere de bağırabiliyorsanız mesele yok.
Bardağı kim taşırıyorsa artık…Belediye başkanı seviyesine hiç çıkmadım ama…