Önümüzdeki bir iki hafta çok kritik

zone

Ofislerimizden çıkarken durumun çok da farkında değildik belki de. Maaşlar yenice yatmıştı, COS %50 indirime girmişti. Keyifler kaçtı, eve dönerken indirimden bir kaç parça bir şey bakayım dedim, gelir – gider hesaplamalarım konusunda henüz kaygılı değildim. Bir süre işe gitmeyecek olmanın verdiği şaşkınlıkla erkek indirim reyonunda gezerken “2-3 hafta sonra hala bahar” düşüncesiyle, ofiste giyerim diye seçtim 7 parça kadar ürünü. Hepsini de çok beğendim, birbiriyle uyumlu renk ve kumaşlardan oluşan minimum 3 kombinasyon çıkardı bu alışverişten ya da şimdilerde düşünüyorum da karantinada geçecek 3 aylık erzak da çıkarmış.

İlk hafta sonunu çok ciddiye almadım. COS ürünlerimi etiketlerini çıkartmadan askılara astım, karantinaya bir “event” gözüyle bakarak oldukça hacimlice ve asla birincil ihtiyaç olmayan bir yiyecek içecek listesiyle alışverişimi yaptım. Hafta sonu sabah pastırmalı yumurta yaparım, 3 hafta yetecek kadar cin-tonik malzemesi alırım, akşamları dizi izlemelik atıştırmalıklar, kremalı mantarlı makarna ve şarap.

Hafta sonu arkadaşlarımla görüştükten sevdiklerimle karantina kampı öncesi vedalaştıktan sonra ilk Pazartesi kapandım eve. Kendime bir TO-DO list çıkardım. Senelerdir benden dinlediğiniz Portekizce çalışmalarımı liste başına koydum, en son geçen sene yazdığım blogumu ikinci sıraya. Hızlı hareket eden tüm spor salonlarının oluşturduğu online dersler için Instagram alarmlarımı kurdum, senelerdir içinde ne olduğuna bakmadığım sandıkları – bazaları temizlerim dedim, giyilmeyen ayakkabı ve kıyafetleri ayırmanın ve atmanın tam zamanı, okumadığım kitapları ayırıp goodreads’de eserim diye düşündüm.

İlk başta bir panik oluyor insan, aşırı proaktif olmak zorunda hissediyor kendini. Düşünsenize, tüm beyaz yakalılar olarak senelerce, ah biraz vaktim olsa neler yapardım diye ballandıra ballandıra anlattığımız uzun listelerimiz, bir Cuma akşamı çıkan ani bir kararla, al sana boş vakit dercesine suratımıza fırlatıldı ve hepimiz hazırlıksız bir şekilde göt gibi kalakaldık.

Ben bu süreçte boşluğa hiç düşmeyecek kadar yoğunca işi olan ve evden çalışan kesimden biri olarak asla sıkıntıdan patlamadım. Kendi kendimle ne kadar kalabildiğimi, evde kendime, harfiyen uymasam da iyi bir zaman planlaması yapabildiğimi gördüm. Bence “sen askerde asla barınamazsın, askere gidecek en son kişi sensin” diye yaftalanan ama minimum 5.5 ay kısa dönem askerliğini yapan her insan, bu süreci tahmin ettiğinden daha iyi yönetti, en azından kendi adıma askerliğin bu güne kadar hayatımdaki tek faydasının dolaylı yoldan olsa da bu sürece olan olumlu sabır etkisi olduğunu düşünüyorum.

İlk 1-2 haftayı atlattıktan ve işlerin tahmin ettiğimizden biraz daha uzun süreceğini anladıktan sonra, evin içinde yapacağımız bu “pro – aktif” çalışmaların harareti de ülkedeki vaka sayısına paralel arttı.

Bir yandan daha çok vaktimiz var diye yayarken öbür yandan vaktin ne kadar hızlı geçtiğine şahit olduk. Bu sürecin içerisinde tamamen isle alakalı olan kısmı çıkarıp özel hayatımdaki sürece odaklanıyorum pek tabii.

Her gün birbirinin aynısı gibi geçmeye devam ediyordu ve önümüzdeki bir iki hafta çok kritikti. Maske ve eldiven siparişleri çoktan verilmiş, ama gelen maske ve eldivenler karantina süreciyle kimin nasıl baş edebildiğini gördüğümüz bu süreçte esin dostun gerçek davranış biçimini gizlemeye yetmemişti. Karantinada da aramıyorsa hiç aramaz dediklerimizle aramasını hiç beklemediklerimizden bizi mahcup edenler maskelerini takmış saflarını çoktan almış ama kimilerimize ise zaten hiç maske ulaşmamıştı.

Karakteristik bir özellik midir yoksa bir psikolojik bozukluk mu bilinmez ama başıma gelen her negatif olayda yaptığım gibi bu olayı da dışarıdan bir film izliyormuş ve sadece başkalarının başına geliyormuş gibi, gerçeklikle arama kalınca bir hat çekerek gözlemledim. Sosyal mesafeni koru koru lafı çağrışım olarak kafamda “ağzını topla”, “terbiyeni takın” gibi ses ve jestlerle birlikte canlanıyordu. Askerlikte sabahları mecburi olan içtima gibi bu olayı da kabullenip içselleştirdim, alışveriş yaptığım bakkaldaki adam hapşırınca dönüp “bana bak noluyosun sen” diye bağıracak levela toplamda 2 günde geldim.

Önümüzdeki bir iki hafta çok kritikti. Evi son kez profesyonel hizmet veren yardımcı Fatma ablaya temizlettim, fırına brokoli soslu peynirli makarnayı verdim ve gerçeklerle yüzleştim.

Korunan Sosyal mesafe ile açılan ara hızla zoom yapılarak kapanıyor, telefon ekranlarından house partyler düzenleniyordu. Evde olmamız ile her dakika müsait olmamız arasındaki çizgi gittikçe silikleşiyor, insanlar karantina sürecinde hızla yeni personalarına bürünüyorlardı.

Önümüzdeki bir iki hafta çok kritikti ve benim sürekli gazım vardı. Günlük adımlarımız 3 haneli rakamlara düşmüş ama ara öğün sayımız da bir o kadar 3 haneli rakamlara yaklaşmıştı. Bir yandan “bana karantina arkadaşlarını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” diyordum, bir yandan da karantina da evi bir arkadaşımla paylaşsam bu gaz olayıyla nasıl mücadele ederim diye düşünüyordum.

Bir ay kadar bir süre geçtikten sonra kalabalık to-do listemle baş edemeyerek kendime bir öge seçmiş ve kendimi spora adamıştım. Bir üst paragrafta bahsettiğim sorunlarla da bu vesileyle vedalaşmıştım. Basitleşen to-do listlerimiz ağzı laf yapan arkadaşlarımızla telefon konuşmalarımızı, “aaa yarın çok işim var nevresimleri değiştiricem” levelında detaylandırıyor, her gün birbirinin aynısı olmasına rağmen günlük ev işleri gerekli özen gösterilirse saatlerce anlatılabilecek kıvama geliyordu.

İşte beyaz yakalıların kullandığı plaza wordinginin, sen mercimek köftesi yaparken ince bulgur mu kullanıyorsuna gelmesi ortalama 22 iş günü kadar sürdü. En fazla 3 iş gününde bir evdeki toz topakları ayakkabı büyüklüğüne ulaşıyor, her iş günü sabahı bulaşık makinesi anlam veremediğimiz şekilde ağzına kadar doluyor, sadece pajama giymemize rağmen çamaşır makinesi 2 iş gününde bir açılıyordu.  Kısa çalışma ödeneği ev işlerini kapsamıyordu.

Yatak odası ve kanepe arasında geçen günlerde zaman kavramını yitirmiş, kimilerimizin “ah be pandemi olacak zaman mıydı” dedirten kalp acılarımız yerlerini yatak yaralarına devretmişti. Karnımızda uçuşan kelebekler günde içilen litrelerce kahve ve paketlerce sigara yüzünden telefondan duyulmuyor, facetimedan görünmüyorlardı. Ama o kelebeklerin kanatları, karantina bitip sosyal mesafe ortadan kalkınca bir deprem yaratmak üzere şimdilik sadece kısa bir süre dinleniyorlardı.

Beyaz ameliyat maskeleri yavas yavaş yerini fetiş duyguları uyandıran siyah maskeler ve sonrasında da çeşit çeşit renkli ve desenli maskelere bırakmış, karantina yeni bir moda yaratmıştı. Gözüme herkes çok güzel görünmeye başlamıştı. ÖNÜMÜZDEKİ BİR İKİ HAFTA ÇOK KRİTİKTİ

Saçlarımı tıraş makinesi ile sıfıra vurup gür çıkar düşüncesiyle üstüne de 3 kere jiletlemiştim, sarımsak saça iyi gelir zeytinyağı da dök diyenlerin sözünü dinlemiştim. Zaman zaman gündüzleri don bile giymedim. Sakalları ve benzer süreçte uzayan tüm kılları bir süre nadasa bırakmış, vücudumu dönem dönem aldığım ama günlük tempoda üşenip kullanamadığım kremlerle bulamıştım.

Tüm güne yayılan bir sersemlik vardır. Hani sabah uyanınca bazen yüzümüzü yıkayalım diye düşünürken, mutfağa gidip manasızca tezgahın ilk çekmecesini açarız, ya da kahve hazırlamayı düşünürken buzdolabını. Gün içerisinde farklı zamanlara yayılarak büyüyen bu sersemlik hissinin yarattığı alışkanlık zaman zaman güzelde gelmeye başlamıştı. Evden hiç çıkmamamı şaşkınlıkla karşılayan Yoda ve Soda, takip ettiğim youtube home workout kanallarındaki eğitmenlerle konustuğumda; örneğin videoda gösterdikleri bir harekete, “aaa çok iyiydi bu ama yoruldum bi su içip geliyorum..gibi”; bana şaşkın şaşkın bakıyorlar, bense sporumu yaptıktan sonra 40 dakika kadar bir power-nap yapıp tekrar kahve yapmak için buzdolabını açıyordum.

Kimileri krizi fırsata çeviriyor, twitter feedleri tüm hızıyla akıp gidiyor, karantina kendi ünlülerini yaratıyor, dijital mecralar senelerdir bekledikleri değeri kat be kat kazanmanın haklı zaferini yaşıyorlardı. Hepimiz kendi başımıza ve evde her işin altından kalkabildiğimizi görüyor, yeni özelliklerimizi keşfediyor, tüm çevremizdeki bağlantılarımızı de bu süreçte daha yakından tanıyor ve gözlemliyor hatta puanlarını veriyorduk. Sistem değişiyor, doğa kendini yeniliyor biz de bu süreçte pijamlarımızla tüm bu yeniliklere ayak uydurmaya çalışıyorduk. Önümüzdeki bir iki hafta çok kritikti ama hepimiz evde giyerim nasılsa diye ayırdığımız o dağ gibi yığın t-shirt ve pijamaları daha bir kaç ay önce Marie Kondo yapıp atmıştık.

Şimdi heyecanla bu sürecin sonunda evlerimizde oluşturduğumuz yeni personalarımızı en kısa sürede halka arz etmek ümidiyle sinsi planlar yapıyor, Sosyal mesafe kalktığında kimlere sarılacağımızın short listini hazırlıyor ve bir kısmıyla da mesafemizi korumaya devam edeceğimiz günleri bekliyoruz.

Bu işin dönüşü, özellikle ilk bir iki hafası çok kritik olacak. ama önce bugün nevresimleri bi değiştirmem lazım, bugün nevresim günü çok işim var.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

WordPress.com ile Oluşturulan Web Sitesi.

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: