Kendi alanımı ve boyumu aşan yazılar yazmaya ve eleştiriler yapmaya başlıyorum hazırlıklı olun. Açılış adamı değilim,açılışları sevmem, suni ve samimiyetsiz bulurum. Haaa “O zaman neden gidiyosun yavvvşaakkk” derseniz; hepsine bir bahane yazarım. Bahanem de çok. Hepimiz sağı solu kesmeyi seviyoruz az çok di mi?
Açılışlar benim genel olarak gece geç saatte bir programım varsa aradaki zaman boşluğunu doldurmak için katıldığım etkinliklerdir. Genelde de nerede durup kimle konusucağımı bilemem ve kendi çevremde dönmek suretiyle bakınıp en yakın bira içilen bir yere otururum. Burdan sanattan anlamayan sığ bir insan olduğum yorumunu çıkartmayın sakın, ama sanattan anlayan insan kalıbını da asla giymem üstüme.
Perşembe gecesi için ofisteki masama bir bileklik geldi, Suma Han, Tribe Party…Ben de bir köşeye attım unuttum gitti. Sonra saatler ilerledikçe ofiste bir telefon çılgınlığı başladı. Sen gidicen mi, ben gidicem, ben uğricam çıkıcam, ben bakıcam kaçıcam, sen de bileklik var mı, var ama bana kadar, ben de vardı demin verdim, sonra fikrimi değiştirdim geri aldım, ben taktım bile koluma, derken bir bileklik bir bileklik, bileklikte bileklik. Iyı o zaman dedim, madem masama kadar gelmiş, ben de taktım koluma ve adetim olmayarak hafta içi 23:00’te başlayacağı belirtilmiş bir partiye hiç bir zaman partilere başladıgı saatte gitmeyen 2 yakın arkadaşımla gitmeye karar verdim (Neden isim kullanmadıgımı hiç bilmiyorum).
E haliyle 18:30 iş çıkışı gonklarıyla aradaki 6 saati doldurmak için listeden başladım bakmaya hangi açılışlar var diye.
Papergirl İstanbul açılışı ile başladık. Neydi peki bu Milk Gallery’de ki açılış:
Papergirl, katılımcı, analog, ticari kaygı taşımayan dağıtım sistemli bir sanat projesi. Proje Alman sanatçı Aisha Ronniger tarafından 2006 yılında, Amerika’da gazete dağıtımı yapan paperboy’lardan esinlenilerek Berlin’de geliştirildi. 5 yıl içinde proje büyük bir başarı ile büyüdü ve global bir genç sanatçı ağı haline geldi. Bugüne kadar 4 kıtaya yayılan, 12 ülkede ve 26 farklı şehirde gerçekleştirilen proje, her gün başka bir şehrin bu ağa katılmasıyla büyümeye devam ediyor!
Kazı çalışması talihsizliğine denk gelmiş Balkon çıkmazı yokusunu dolduran bir ton insan ve sokakta canlı müzik, hoş bi görünüşü vardı. Kapının önünde hoş beş edip hemmen başka bir açılışa koştuk. (Çok söyleyecek lafım yok bu açılışla ilgili)
A Personal Collection: Of Vivienne Westwood Shoes
Benim tabirimle, ki bu açılış partisinden çıktıgımda hala gittiğim etkinliğin anlam ve önemini kavrayamamıştım aslında, Vivienne Fastfood, Hızla yenebilen ayakkabılar sergisi..!!!
E tabi detay detay baktığında ayakkablar ve hikayeleri süper enteresan, keşke tam koleksiyonla gelebilselermiş ve keşke etkinlik daha iyi duyurulabilseymiş, Keza o partide uzuun saatler geçirilebilir ve oldukça eğlenilebilirdi. Ama benim bulunma sebebim canım arkadaşlarımın bu işte parmağının olmasıydı. Bu arkadaşlarım(ki bu yazıda asla isim kullanmamaya karar verdim) “Avrupa’dan çeşitli kakalar sergisi” açsa onun da partisine koşa koşa katılırım öle açıklayim mekandaki bulunma amacımı.
Açılışa gelinceee…
Haaaa ha ha ha çok şıksınnnnn, bu bluzu Italya da görmüştüm, çok nadide bir parça, ayrıca yeni silikon göğüslerinide harika gösteriyor. Botoks mu yaptırdın? Hayır bu yeni bir fare zehiri, suratına enjekte ediyolar ve am gibi görünüyosun… Samimiyetsiz PR’cılar ve Louis Vuitton I-Pad çantalı şeker sosyal mecracılarla dolu bir açılış partisi (şaka değil gerçekten Louis Vuitton I-Pad çantası olan bir çocuk vardı…)Bi takım dünya kadar erkeğin ayakkabılara 45 dakika bakmalarını ve çılgınlarca fotoğraf çekip twit gitmelerini anlamadım. Heralde onların da blogları ve yazacak gazeteleri dergileri vardır di mi? Ya da kendi evlerinde yüksek topuklu kadın ayakkabıları giymeyi de seviyor olabilirler bilmiyorum.
Diğer eğlenceli kısım ise güzel mi güzel, tatlı mı tatlı manken kızlarımızı izlemeye gelen gömlekli abilerimiz. Ama onlar ilk anlattığım gruptan daha samimi duruyorlardı.
Ikram çok iyiydi bence, müzikte aynı şekilde.
Abartıyorum tabii, hazır buralara kadar gelmişken mutlaka gidilip görülmesi gereken bir sergi. Merak edenlere detayları:
Punk modasının yaratıcısı olarak 70’li yıllardan bu yana, geleneksel stilleri ve bilindik malzemeleri, sıradışı bir çizgide kullanarak olağanüstü tasarımlarıyla ünlenen Vivienne Westwood’un onbeş yıl içerisinde toparlanan, herbiri sanat eseri niteliğindeki retrospektif seçkisiyle İngiliz modacının kariyerindeki en radikal ve ikonik ayakkabı tasarımlarını biraraya getiriyor. Bunların arasında 1993 yılında Paris moda haftasında Naomi Campbell’ı bile zorlayıp düşüren “Super Elevated Gillies” ve üretildikleri seksenli yıllardan beri tüm dünya kadınlarının bir kere giymek istediği “Pirate Boots” da yer alıyor.
Lüks tasarımı, tutku ve zevk ile birleştiren, aşırı topuklular 26 Mayıs – 2 Haziran tarihlerinde, yalnızca bir haftalığına Harvey Nichols İstanbul’da..
Ben en çok Mavi ayakkabıyı sevdim, onun fotoğrafını çektim, en çokta diğer fotograftakine güldüm 🙂
Haliyle saati epey bi geç yaptıktan sonra 00:30 gibi Bilekliklerimizi kulaklarımıza asıp Suma Han’a geldik, ne bileklik soran var ne takan. Tahmin etmiştik zaten. Herkes sokakta, içerisi terden rutubet olmuş durumda. İçkiler bedava, ahali sarhoş. Kapıdan girer girmez her deliğime Lucky Strike sokulacağına eminim. Bir çok surpriz, değişik bi takım deneyimler bekliyorum. Ön kapıdan arka kapıya kadar yürümem rağmen iris delici parlaklıkta spot ısıkları dısında bir deneyim yasamadım. Ama helal olsun, hepimizi Perşembe gecesi 03:00’lere kadar tanımadıgımız ya da çok az tanıdıgımız insanlarla sosyalleştirmeyi başardılar. Keza 45 dakika kadar tanımadıgım bir erkeğin aşk acısını dinledikten sonra sahneden gelen “You smokers, come here and listen some music, make some noise” feryadıyla içeride alıverdim soluğu demek isterdim ama içeride soluk alınamadığı için bir ön sokağa bir arka sokağa çıkıp 1 paket “Winston Light” içip ( Kimse bana Lucky Strşke ikram etmedi) evimin yolunu tuttum
Böölee bir sosyal böceğim işte bazı akşamlar.
Hepsinde eğlendim, sadece iyi şeyleri yazmayı sevmiyorum ben…
Bir Cevap Yazın